Bumerang

17 Kasım 2014 Pazartesi

Standzfree Universal tablet standı


Merhaba, sizde benim gibi uykuya dalmadan önce tabletten kitap okuyanlardan mısınız?  ya da, tabletinizi mutfağa taşıyıp, internetten yemek tarifi almayı çok mu seviyorsunuz? Bunları gün içinde sıkça yapıyor ama kolunuz, boynunuz mu ağrıyor, tabletinizi bir yerlere koymak zor mu geliyor? Bugün sizlere tanıtacağım Standzfree tablet standı sayesinde eliniz kolunuz, boynunuz ağrımadan tabletinizle saatler geçirebilirsiniz.

İşte benim Standzfree ile tanışma hikayem;

Kısa bir süre önce, yatakta tabletten kitap okurken, tabletimi burnuma düşürdüm. Acıdan gözümden yaş geldi resmen. Eşim artık bu böyle olmayacak, acilen bir stand bulmamız lazım diyerek, yerli-yabancı internet sitelerinden araştırmaya başladı. Kısa bir araştırmadan sonra Standzfree de kara kılıp siparişini verdi. Stand geldiğinde eşim yurtdışındaydı. İçindeki kullanma kılavuzu ile montajını kendim kolayca yaptım ve kulanmaya başladım. O gün bu gündür, ben hangi odaya gidersem, standımda benimle geziyor. Mutfakta yemek yaparken, yatakta kitap okurken, salonda film izlerken, gitar çalarken hep yanımda.

Gelelim unboxing'ine;



Kutu içeriği


Bükülebilir çubuk boy ayarı ve oturuş pozisyonunuza uygun şekil vermeyi sağlıyor



                                           V şeklinde olan ağır ayak devrilmeyi önlüyor




Universal başlık, telefon ve her boyuttaki tablete uyumlu


Salonda kitap okurken


Gitar çalarken



Mutfakda yemek yaparken yeni yardımcım Standzfree


Artık boynum, kolum ağrımadan rahatça tabletimle çalışabiliyorum. Bana da bir tek kitap okurken sayfa çevirmek kalıyor (en kısa zamanda otomatik çevirici bekliyorum mucitlere duyurulur)

Sevgiler Başak



23 Ekim 2014 Perşembe

Portekiz Seyahati 3. Bölüm-Müzeler ve Tarihi Yerler



Güneşli bir Portekiz gününde yine evin arka tarafından kalkan 708 otobüsüne binip Oriente istasyonuna iniyoruz. Bu kez tren istasyonunun altından metroya binip şehrin tarihi ve turistik bölgelerini gezmek üzere önce Alameda istasyonunda iniyoruz. Yeşil hatta geçip Cais de Sodre de iniyoruz. Banliyö trenine binip 2 durak sonra Alcantara Mar'da iniyoruz. Burası bana Karaköy'ü hatırlatıyor.



Tejunun kenarında ilk olarak Keşifler anıtını gezerek turumuza başlıyoruz. Anıt "The Navigator" lakaplı Prens Henrique önderliğinde yazarlar, şairler, ressamlar, seyyahlar, matematikçiler, kaşifler, kaptanlar vs. 33 kişinin bir gemi modeli üzerinde okyanusa açılan Teju nehri kıyısında sıralanmaları ile tasvir edilmiş.

Keşifler Anıtı





İçlerinde, Vasco da Gama, Bartolomeu Dias da var. Aslında hiç deniz seferine çıkmamış ama denizcileri ve kaşifleri yüreklendirmesi ve desteklemesi nedeniyle Prens Henrique en önde yer alıyor. Anıtın ön bölümünde büyük bir dünya haritası var.









Dünya haritasının tepeden görünüşü



Portekizli denizcilerin keşfettiği ve ele geçirdiği yerler belirtilmiş. Anıtın içine girildiğinde asansörle en üst kata çıkılabiliyor. Bu tur normalde 3 euro ama biz Lizbon kartla 2 euro vererek asansöre biniyoruz. Asansörle -1'e inerseniz kahve makinası, küçük bir dinlenme alanı ve wc'ler var. 6. kata çıkıldığında ise şehri tepeden görme imkanına sahip oluyorsunuz. Ayrıca aşağıdaki dünya haritası da daha güzel görünüyor. Anıtın ön tarafından bir kopyası da Brezilya'da olan Cristo Rei (Hz. İsa Heykeli)görülebiliyor.



Cristo Rei Anıtı (Hz. İsa anıtı)


Jerenimo Manastırı (Keşifler Anıtının en üst katından görünüşü)



Berardo Müzesi

Jerenimo manastırı da tepeden görülebilenler arasında. Bol bol fotoğraf çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz. Küçük bir marina yolu bölmüş olduğundan tekrar yola doğru yürüyüp, Belem kulesine varıyoruz. Deniz kenarında büyük bir parkın en ucunda yer alıyor. Biraz ötesinde Portekizin ilk deniz uçağı sergileniyor. Belem kulesine giriş Lizbon kart ile ücretsiz. Kartınız yoksa Jerenimo manastırı, Belem kulesi, Arkeoloji müzesi için ortak indirimli bir bilet de satın alabilirsiniz. Francisco da Arruda tarafından 1514-1520 yılları arasında inşa edilmiş. Belem kulesi Teju nehrinin giriş çıkışını kontrol eden önemli bir kule olarak kullanılmış. Portekizde sık olarak göreceğimiz Manuelin tarzındaki bina, bir süre hapisane olarak da kullanılmış. 1983'de Unesco Dünya Mirası listesine alınmış.

Belem Kulesi


Belem kulesinin içinden bir görüntü

Belem kulesinden çıkınca yakında kafeler var. Öğlen yemeğimizi yiyip, biraz dinlendikten sonra Jerenimo manastırı ile gezimize devam ediyoruz. Yapımına 1501 yılında başlanan manastır, Unesco Dünya Mirası listesinde yer alıyor. Santa Maria kilisesi ve Arkeoloji müzesi ile bağlantılı. Müze ve manastır giriş Lizbon kartla ücretsiz. İçeride Vasco Da Gama ve seyahatleri sırasında yanında bulunan şair Luis Vaz de Camoes'in de mezarları bulunuyor.


Vasco De Gama'nın mezarı


Manastırın girişinde bulunan kiliseden bir görüntü


Kiliseden bir görüntü daha


Manastırın avlusu

 Arkeoloji müzesi bizim arkeoloji müzemizle boy ölçüşemez ama görülmesi gereken yerlerden. Manastırın çok yakınında denizcilik müzesi var. Denizcilik konusunda bu derece ileride olan bir ülkenin olmazsa olmazı. Görülmesi gereken kocaman bir müze. Gezinizin bir kısmını mutlaka burayı görmeye ayırın. Giriş Lizbon karta ücretsiz. Eski gemi çanları, dümenleri, denizci kıyafetleri, haritalar, gemi maketleri, savaş gemileri vs. masal diyarında gezmek gibi.


Denizcilik Müzesinin girişinde yine Prens Henrique karşılıyor bizi

Manastırdan düz devam edildiğinde ileride meşhur Belem Pastanesinin önünden geçiyoruz. Eşim girip birşeyler yiyip dinlenelim diyor ben Saray arabaları müzesini görmeden olmaz diyorum çünkü müzelerin kapanmasına kısa bir süre var; söylene söylene peşimden geliyor. Benim aklım Nata'larda kalmadı sanki, ölecem yorgunlukdan ama son müzeyi görmeden omaz. Biraz ileride solda Saray Arabaları Müzesi bulunuyor. Mutlaka görülmesi gereken müzelerden biri daha. Giriş Lizbon karta ücretsiz. 2 katlı müzede kralları, saray mensuplarını, elçileri vs taşıyan birbirinden süslü saray arabaları mevcut. 


Bir saray arabasının arka süslemesi


Aynı saray arabasının yandan görünüşü

Artık ayaklarımızda derman kalmadı ama meşhur Belem Pastanesine gitmeden dönülmez. Gelmeden önce çok methini duyduğum Nata'yı yemezsem olmaz. Girişte uzunca bir kuyruk var, bu paket olarak almak isteyenlerin kuyruğu biz onlara aldırmadan içeri dalıyoruz. İlk bölümde yer yok arka tarafta ikinci bir bölüm var kocaman bir yer ama biz zar zor yer buluyoruz. Garsonlar çok ilgili hemen kim yeni geldi, ne istiyor hazırlayıp süratle getiriyor. Zaten öyle olmasa herhalde kapı da bir de oturma kuyruğu oluşurdu. 2'şer Nata ve kahve söyleyip mekanı seyre dalıyoruz. 2 dk. olmadan geliyor sıcacık natalarımız.

Nata, tadı milföy pastaya çok benzeyen ama sıcak servis edilen çok lezzetli bir tatlı. 2 tane kesmeyince 2 tane daha söylüyoruz. Nasılsa dünyayı yürüdük kilo yapmaz diye kendi kendimizi teselli ediyoruz. Oh hem dinlendik hem midemiz şenlendi. Meşhur Nataların yapıldığı yeri görüp pastaneden ayrılıyoruz. Bi dünya yol yürüdük, bir sürü yer dolaştık ama inanın daha çok dolaşılacak müze ve tarihi yer var. Bizim gezdiklerimiz en bilinenleri. Akşam oldu ve biz çok yorulduk. Kalan yerleri vakit olursa gezeriz diyerek eve dönüyoruz. Fitbit'ime bakıyorum 25.000'in üzerinde adım atmışım, yorgunlukdan ölüyoruz ama gördüğümüz güzellikler için değerdi. Ertesi gün için planlarımızı yapıp ağrılar içinde uykuya dalıyoruz. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere....


Sevgiler Başak